AK Parti'nin Çözüm Süreci Serencamı- 1

GÜNDEM 17.02.2021 - 12:22, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

AK Parti'nin Çözüm Süreci Serencamı- 1

Bu Hafta’ya 2015-2016 yıllarında PKK tarafından kaçırıldığını ve yıllardır esir olduklarını öğrendiğimiz 13 asker ve polisimizin Irak’ın kuzeyindeki Gara’da hunharca şehit edilmeleri haberleri derin bir üzüntü ve öfke ile başladık. Önce sivil oldukları açıklanan 13 şehidimizin yıllardır PKK elinde esir olan polis ve askerlerimiz olduklarını öğrenmek ise milletimizde ayrı bir acı ve derin teessüre neden oldu. Yıllardır adeta unutulmuş muamelesi görmüş olmaları bir yana mecliste haklarında muhalefet partilerince bugüne kadar verilmiş olan soru önergelerinin reddedilmiş olduğuna ilişkim iddialar ise üzerinde durup araştırılması, milletimize izah edilmesi gereken hususlardır. Esir oldukları yılı enteresan kılan şey ise esasında ve özünde çözülüş olan ama çözüm adı verilen sürecin artık sekteye uğradığı zamanlar olmasıdır. Hani hain örgüt Güneydoğu’da elemanlarının ellerinde silah rahatça gezindikleri, sözde kendi polis güçlerini dahi kuracak kadar cüretkârlaştıkları ve denetimler dahi yaptıkları, valilere operasyon yapmayın denildiği zamanlar. Günümüzü daha iyi anlamanın en iyi yolu geçmişten kopmamak, unutmamak ve her türlü dersi alabilmiş olmaktır. Bunun yegâne yolu ise geçmişi sıkça hatırlamaktır. Ak Partinin artık bin pişman olduğunu her zaman belli ettiği, MHP ile işbirliği sayesinde teröre göz açtırmadığı bu günlerin öncesinde o yıllarda ne gibi hatalar yapılmıştı? Köşe yazılarım için oluşturduğum çok kapsamlı bir arşivim var. Bu kez arşivime çözüm süreci denilen o yıllara bir değineyim diye baktığımda gördüm ki öyle bir iki yazıyla değinilip geçiştirilecek gibi değil. O halde elimizde daha kalıcı bir belge olması için çözüm süreci yıllarını bugünlere de ışık ve ders olabilmesi için bir yazı dizisi şeklinde ele almanın uygun olacağına karar verdim. Geçmiş önemlidir, bilinmelidir, unutulmamalıdır, unutanlara ise hatırlatılmalıdır. Zira Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de veciz bir sözünde dediği gibi;   “Geçmişi bilmeyen, geleceğine yön veremez”.   Evet, her şey 16 Aralık 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, terörist başı Abdullah Öcalan’la İmralı Adası’nda görüştüğü yönündeki şok edici iddiaya ilişkin haberlerin kamuoyun sızması veya sızdırılması ile başlamıştı. O dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan bu görüşmeyi kamuoyuna 28 Aralık günü bir TRT ortak yayınında konu ile ilgili sorulan “Şu sıralarda halen görüşme var mı?” sorusu üzerine “Halen var. Çünkü netice almamız lazım. Biz, bu ışığı görebiliyorsak, o adımı atmaya devam ederiz, baktık ki artık ışık yok, orada keseriz” diyerek ilan etmişti. 2013 Ocak ayının başlarında BDP mensuplarından oluşan bir heyet de terörist başı Abdullah Öcalan’la görüşmek üzere İmralı Adası’na gitmiş, böylece “Çözüm Süreci” olarak isimlendirilen bu girişim bu yüzden milletimizce “İmralı Süreci” olarak da isimlendirilmişti. Evet, böylece o güya çözüm süreci denilen keşmekeş dönemin terör örgütü PKK’ya sağladığı imkân ve kolaylıklar, ayrıca teröristlerle yürütülen o karanlık pazarlıkların milli bünyemizde açtığı derin yaralar bugün halen unutulabilmiş değildir.   2001-2002 yıllarını hatırlayanlar veya araştıranlar çok iyi bilirler ki MHP’nin de koalisyon ortağı olduğu o dönem hain terör örgütü PKK bitme noktasına getirilmiş, teröristlerin kalleş saldırıları ve şehit sayımız ise nerede ise sıfıra inmişti. Panik halinde yurt dışına kaçmaya çalışan teröristlerin çoğu yapılan operasyonlar ile etkisiz hale getirilmiş, bir kısmı güvenlik güçlerimize teslim olmuş, milletimiz terör belasından kurtulma sürecine girmişti. Türkiye ve Ortadoğu’da asırlık planları olan dış güçler denilen odaklar elbette bu durumu kabul edemezlerdi ve etmediler de. Önce ekonomik krizi çıkarttılar, akabinde ise Kemal Derviş faciasını ekonominin başına geçirttiler. Koalisyon iktidarına kirli operasyonlar başladı ve ardından erken seçimin yapılması kırılma noktası oldu ve hain dış güçler içinde bilhassa MHP’nin olması nedeniyle bilhassa MHP’ye boyun eğdirip her istediklerini yaptıramadıkları koalisyon hükümetini dağıttılar. Şartların ve ortamın değişmesiyle PKK terör örgütü tekrar palazlanmaya başladı. Ergenekon ve Balyoz denilen, Fetö’nün ABD piyonu olarak yürüttüğü o kumpas davalar ile devletimize ve milletimize hain senaryolar uygulanmaya başlandı. Çözüm veya açılım adı verine sözde o süreç, 2006 yılında terör örgütü mensupları ile yapılan gizli görüşmeler ile başlamıştı aslında. Gizli görüşme ve temaslarla devam eden bu durum, 2008 yılında (kumpas davalar yoğunlaştığında) Norveç’in başkenti Oslo’da adeta zirve yapmıştı. Oslo görüşmelerinin o dönem kamuoyuna yansıyan belgeleri, milletimiz ve devletimiz için tam olarak “ibret” vesikalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sanki İngiliz sömürgesi imiş gibi, bir İngiliz diplomat ve istihbaratçısının hakemliğinde, eli kanlı alçaklar ile masaya oturtulduğu pek çok yerde yazılıp çizilmeye başlandı. Gizli görüşmelere ilişkin haberler kamuoyunca duyulup da milletin vicdanından ve bilhassa milliyetçi cenahlardan yoğun tepki sesleri yükselmeye başladığında, yani takvimler 21 Aralık 2012’yi gösterdiğinde dönemin başbakanı NTV kanalında şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştı; “Emre beyi MİT müsteşarlığı döneminde İmralı’ya ben gönderdim. Aynı şekilde Oslo’ya da ben gönderdim. Daha sonra Hakan Bey döneminde de yanı adımları attık. Şu anda bu elimizde bir enstrümandır. Gerekli gördüğümüz anda İmralı içinde yaparız, Oslo için de yaparız”. O dönemin Başbakanı daha sonra yaptığı bir açıklamada ise “Bunlar sadece basit görüşmelerdir” demek zorunda da kalmıştı. Oysa aynı dönemde şehitlerimizin kanları elinde olan dönemin yandaş medya ve gazetecilerin Kandil’ röportaj için dahi gidip adını parlatmaya çalıştıkları hain terörist Murat Karayılan ise şöyle diyordu; “Yakından izlemekte olduğunuz gibi, Türk Devleti ile Kürt Halk önderi Başkan Apo arasında bir süredir devam etmekte olan müzakereler önemli bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır… Önderliğimiz devletle yaptığı görüşmeleri ve sonuçlarını hareketimizin yönetimine aktarmıştır”. Yani görüşmeler her iki cepheden de doğrulanmıştı. Oslo görüşmelerinin sözde koordinatörü olan İngiliz diplomatın (istihbarat elemanı) ise “Bu bizim sorumluluğumuz altında gelişen bir inisiyatiftir. Abdullah Öcalan tarafından üretilen fikirler Parlamentoda (TBMM’de) yasa çıkarılacağı zaman dikkate alınacaktır” şeklinde açıklamaları basına yansımıştı. O dönem basına yansıyan haberlere göre, yapılan bir KCK operasyonunda dokuz maddeden oluşan mutabakat metni ele geçirildi denilmiş, metin incelendiğinde de “Oslo’da Türk Devleti tarafından Abdullah Öcalan’ın önder, PKK terör örgütünün ise taraf olarak kabul edildiği”  yazılıp çizilmiş, MHP bu duruma en üst perdeden muhalefet etmiş, milletimiz hoşnutsuzlaşmıştı. Nasıl milletimiz rahatsız olmasın ki? Hatırlayınız o karanlık yılları; Habur rezaletini, PKK’lılara çadır mahkemeler kurulmasını, Diyarbakır’da  Türk devlet ve milletine her konuşmasında hakaretler yağdıran Barzani’nin, Şivan Perver’in ağırlanmalarını, “megri megri” diye ağlayarak şarkılar söylenmesini, Nevruz’da bebek katili terörist başı Apo’nun mesajının Sırrı Önder tarafından Türk Televizyonlarının (!) canlı yayınında okutturulması, başta şehit yakınları ve kahraman gazilerimiz olmak üzere, herkesi derinden yaralamamış mıydı? Cani Apo’nun posterlerini açmak dahi serbest bir hale gelmişti. Hele ki o dönem sözde akil adam denilen kişilerin beyanlarını milletimiz sonsuza dek unutmayacak, affetmeyecektir. Bakmayın şimdi bir kısım Ak Partililerin milliyetçi sloganlar atmasına, o dönemde bunları eleştiren ülkücü ve milliyetçileri denmedik hakaret bırakmayanların da onlar olduğunu hatırlayan milyonlar var halen! “Açılım/Çözüm” denilen o meşum süreçte doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki asker, polis ve koruculara operasyon izni dahi verilmiyordu. Hatırlayınız, dönemin başbakanı “Evet biz valilere bu süreçte operasyon yapılmasın dedik” anlamında bir açıklama da yapmıştı. Elbette, bu ortam terör örgütünü ve yandaşlarını iyice şımartmıştı. İşte tam da bu dönemde, HDP’li belediyeler desteği ile o meşhur tüneller, hendekler hazırlandı. İşte o dönemde, ilçe ve mahalle yerel güvenlik güçleri PKK tarafından kuruldu ve gözlerimizin önünde eğitim yapıp, araç ve kimlik kontrolü yaptılar. Bunları gazete ve ekranlardan hep beraber seyrettik. İşte gözlerimizin önünden kazılan o hendeklerde, yüzlerce aslan evladımızı şehit ettiler, hani o Suruç ve Hendek Savaşları dediğimiz operasyonlarda o serbestlik döneminde hainlerin hem de belediye imkânlarını dahi kullanarak kurduğu tuzakların cezasını çektik. Bunları unutulur mu? Unutursak kanımız kurumaz mı?   Ancak geçen zaman o çözülüş sürecindeki dönemdeki tüm suçun elbette tamamen bir kısım Ak Parti’li siyasilerde olmadığını da gösterdi. Devletin tüm kılcal damarlarına, yargıya, orduya, emniyete v.s. sızan, iktidarı ve milleti resmen ‘kandıran’ ve adeta parmağında oynatan hain FETÖ terör örgütünün tüm bu süreç ve ihanet senaryolarındaki aktif ve başat rolü zamanla aşikâr olmaya başlandı. Cani Öcalan’ın “İmralı Notları” adlı kitabının bir bölümünde şöyle bir kayıt olduğu yazılıyor. Sırrı Süreyya Önder ve Selahattin Demirtaş terörist başı Apo’ya “Cemaat bizimle görüşmek istiyor, bizi Amerika’ya davet ediyor vs” dediklerinde terörist bacı şöyle cevap vermiş; “Beni en iyi Fethullah hoca anlar. Onlar bizim Ortadoğu’daki stratejik ortağımızdır, tabi ki gidin görüşün”(!!!)   İşte son yıllarda ‘o zamanlar kandırıldık’ diyerek acı bir itirafta bulunan iktidar Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin de elbette yadsınamayacak tesir ve desteği ile artık teröre göz açtırmıyor. Doğru olan budur, tereddütsüz yapılmaya devam edilmesi gereken de budur. Ancak şehitlerimiz şahsi siyasi menfaat hesapları için göz göre kullanılmadan, yani terörün ve mücadelenin iç siyaset malzemesi haline getirilmeden, gerçekler milletimizden gizlenilmeden yapılmalıdır. İktidar behemehal GARA’da yaşanılanlarla ilgili milletimizde oluşan/oluşturulan tereddütleri bir an önce delilleri ile gidermelidir. Gördüğünüz gibi yazılacak o kadar çok konu ve başlık var ki! Bu köşe yazınısın devamında hain 15 Temmuz darbe girişimi sürecine yaklaşırken FETÖ-PKK ilişkisini de, hükümeti nasıl bir süre kontrollerine aldıklarını da, o dönemde MHP’nin tüm oyunları bozmak için nasıl bir mücadele içerisine girdiğini de yeri geldiğinde inceleyeceğiz. Bir sonraki yazı dizinsinden itibaren bilhassa 2012-2016 arasındaki dönemi yıl yıl, ay ay hatırlamaya ve değerlendirmeye devam edeceğiz.   "PKK olağanüstü kongre toplayıp silah bırakacakmış, barış gelecekmiş. Sevr Antlaşması'na da barış diyorlardı. 10 madde Türkiye'nin çöküş beyannamesidir.” MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 2015 yılında sözde çözüm için terörist başı Abdullah Öcalan'ın önerdiği 10 maddenin Dolmabahçe Sarayı'nda okunmasına gösterdiği tepki                                                                                               Av. Bülent DEMİRBAŞ                  

Bu Hafta’ya 2015-2016 yıllarında PKK tarafından kaçırıldığını ve yıllardır esir olduklarını öğrendiğimiz 13 asker ve polisimizin Irak’ın kuzeyindeki Gara’da hunharca şehit edilmeleri haberleri derin bir üzüntü ve öfke ile başladık. Önce sivil oldukları açıklanan 13 şehidimizin yıllardır PKK elinde esir olan polis ve askerlerimiz olduklarını öğrenmek ise milletimizde ayrı bir acı ve derin teessüre neden oldu. Yıllardır adeta unutulmuş muamelesi görmüş olmaları bir yana mecliste haklarında muhalefet partilerince bugüne kadar verilmiş olan soru önergelerinin reddedilmiş olduğuna ilişkim iddialar ise üzerinde durup araştırılması, milletimize izah edilmesi gereken hususlardır. Esir oldukları yılı enteresan kılan şey ise esasında ve özünde çözülüş olan ama çözüm adı verilen sürecin artık sekteye uğradığı zamanlar olmasıdır. Hani hain örgüt Güneydoğu’da elemanlarının ellerinde silah rahatça gezindikleri, sözde kendi polis güçlerini dahi kuracak kadar cüretkârlaştıkları ve denetimler dahi yaptıkları, valilere operasyon yapmayın denildiği zamanlar. Günümüzü daha iyi anlamanın en iyi yolu geçmişten kopmamak, unutmamak ve her türlü dersi alabilmiş olmaktır. Bunun yegâne yolu ise geçmişi sıkça hatırlamaktır. Ak Partinin artık bin pişman olduğunu her zaman belli ettiği, MHP ile işbirliği sayesinde teröre göz açtırmadığı bu günlerin öncesinde o yıllarda ne gibi hatalar yapılmıştı? Köşe yazılarım için oluşturduğum çok kapsamlı bir arşivim var. Bu kez arşivime çözüm süreci denilen o yıllara bir değineyim diye baktığımda gördüm ki öyle bir iki yazıyla değinilip geçiştirilecek gibi değil. O halde elimizde daha kalıcı bir belge olması için çözüm süreci yıllarını bugünlere de ışık ve ders olabilmesi için bir yazı dizisi şeklinde ele almanın uygun olacağına karar verdim. Geçmiş önemlidir, bilinmelidir, unutulmamalıdır, unutanlara ise hatırlatılmalıdır. Zira Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de veciz bir sözünde dediği gibi;

 

“Geçmişi bilmeyen, geleceğine yön veremez”.

 

Evet, her şey 16 Aralık 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, terörist başı Abdullah Öcalan’la İmralı Adası’nda görüştüğü yönündeki şok edici iddiaya ilişkin haberlerin kamuoyun sızması veya sızdırılması ile başlamıştı. O dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan bu görüşmeyi kamuoyuna 28 Aralık günü bir TRT ortak yayınında konu ile ilgili sorulan “Şu sıralarda halen görüşme var mı?” sorusu üzerine “Halen var. Çünkü netice almamız lazım. Biz, bu ışığı görebiliyorsak, o adımı atmaya devam ederiz, baktık ki artık ışık yok, orada keseriz” diyerek ilan etmişti. 2013 Ocak ayının başlarında BDP mensuplarından oluşan bir heyet de terörist başı Abdullah Öcalan’la görüşmek üzere İmralı Adası’na gitmiş, böylece “Çözüm Süreci” olarak isimlendirilen bu girişim bu yüzden milletimizce “İmralı Süreci” olarak da isimlendirilmişti. Evet, böylece o güya çözüm süreci denilen keşmekeş dönemin terör örgütü PKK’ya sağladığı imkân ve kolaylıklar, ayrıca teröristlerle yürütülen o karanlık pazarlıkların milli bünyemizde açtığı derin yaralar bugün halen unutulabilmiş değildir.

 

2001-2002 yıllarını hatırlayanlar veya araştıranlar çok iyi bilirler ki MHP’nin de koalisyon ortağı olduğu o dönem hain terör örgütü PKK bitme noktasına getirilmiş, teröristlerin kalleş saldırıları ve şehit sayımız ise nerede ise sıfıra inmişti. Panik halinde yurt dışına kaçmaya çalışan teröristlerin çoğu yapılan operasyonlar ile etkisiz hale getirilmiş, bir kısmı güvenlik güçlerimize teslim olmuş, milletimiz terör belasından kurtulma sürecine girmişti. Türkiye ve Ortadoğu’da asırlık planları olan dış güçler denilen odaklar elbette bu durumu kabul edemezlerdi ve etmediler de. Önce ekonomik krizi çıkarttılar, akabinde ise Kemal Derviş faciasını ekonominin başına geçirttiler. Koalisyon iktidarına kirli operasyonlar başladı ve ardından erken seçimin yapılması kırılma noktası oldu ve hain dış güçler içinde bilhassa MHP’nin olması nedeniyle bilhassa MHP’ye boyun eğdirip her istediklerini yaptıramadıkları koalisyon hükümetini dağıttılar. Şartların ve ortamın değişmesiyle PKK terör örgütü tekrar palazlanmaya başladı. Ergenekon ve Balyoz denilen, Fetö’nün ABD piyonu olarak yürüttüğü o kumpas davalar ile devletimize ve milletimize hain senaryolar uygulanmaya başlandı. Çözüm veya açılım adı verine sözde o süreç, 2006 yılında terör örgütü mensupları ile yapılan gizli görüşmeler ile başlamıştı aslında. Gizli görüşme ve temaslarla devam eden bu durum, 2008 yılında (kumpas davalar yoğunlaştığında) Norveç’in başkenti Oslo’da adeta zirve yapmıştı. Oslo görüşmelerinin o dönem kamuoyuna yansıyan belgeleri, milletimiz ve devletimiz için tam olarak “ibret” vesikalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sanki İngiliz sömürgesi imiş gibi, bir İngiliz diplomat ve istihbaratçısının hakemliğinde, eli kanlı alçaklar ile masaya oturtulduğu pek çok yerde yazılıp çizilmeye başlandı. Gizli görüşmelere ilişkin haberler kamuoyunca duyulup da milletin vicdanından ve bilhassa milliyetçi cenahlardan yoğun tepki sesleri yükselmeye başladığında, yani takvimler 21 Aralık 2012’yi gösterdiğinde dönemin başbakanı NTV kanalında şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştı; “Emre beyi MİT müsteşarlığı döneminde İmralı’ya ben gönderdim. Aynı şekilde Oslo’ya da ben gönderdim. Daha sonra Hakan Bey döneminde de yanı adımları attık. Şu anda bu elimizde bir enstrümandır. Gerekli gördüğümüz anda İmralı içinde yaparız, Oslo için de yaparız”. O dönemin Başbakanı daha sonra yaptığı bir açıklamada ise “Bunlar sadece basit görüşmelerdir” demek zorunda da kalmıştı. Oysa aynı dönemde şehitlerimizin kanları elinde olan dönemin yandaş medya ve gazetecilerin Kandil’ röportaj için dahi gidip adını parlatmaya çalıştıkları hain terörist Murat Karayılan ise şöyle diyordu; “Yakından izlemekte olduğunuz gibi, Türk Devleti ile Kürt Halk önderi Başkan Apo arasında bir süredir devam etmekte olan müzakereler önemli bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır… Önderliğimiz devletle yaptığı görüşmeleri ve sonuçlarını hareketimizin yönetimine aktarmıştır”. Yani görüşmeler her iki cepheden de doğrulanmıştı. Oslo görüşmelerinin sözde koordinatörü olan İngiliz diplomatın (istihbarat elemanı) ise “Bu bizim sorumluluğumuz altında gelişen bir inisiyatiftir. Abdullah Öcalan tarafından üretilen fikirler Parlamentoda (TBMM’de) yasa çıkarılacağı zaman dikkate alınacaktır” şeklinde açıklamaları basına yansımıştı. O dönem basına yansıyan haberlere göre, yapılan bir KCK operasyonunda dokuz maddeden oluşan mutabakat metni ele geçirildi denilmiş, metin incelendiğinde de “Oslo’da Türk Devleti tarafından Abdullah Öcalan’ın önder, PKK terör örgütünün ise taraf olarak kabul edildiği”  yazılıp çizilmiş, MHP bu duruma en üst perdeden muhalefet etmiş, milletimiz hoşnutsuzlaşmıştı. Nasıl milletimiz rahatsız olmasın ki? Hatırlayınız o karanlık yılları; Habur rezaletini, PKK’lılara çadır mahkemeler kurulmasını, Diyarbakır’da  Türk devlet ve milletine her konuşmasında hakaretler yağdıran Barzani’nin, Şivan Perver’in ağırlanmalarını, “megri megri” diye ağlayarak şarkılar söylenmesini, Nevruz’da bebek katili terörist başı Apo’nun mesajının Sırrı Önder tarafından Türk Televizyonlarının (!) canlı yayınında okutturulması, başta şehit yakınları ve kahraman gazilerimiz olmak üzere, herkesi derinden yaralamamış mıydı? Cani Apo’nun posterlerini açmak dahi serbest bir hale gelmişti. Hele ki o dönem sözde akil adam denilen kişilerin beyanlarını milletimiz sonsuza dek unutmayacak, affetmeyecektir. Bakmayın şimdi bir kısım Ak Partililerin milliyetçi sloganlar atmasına, o dönemde bunları eleştiren ülkücü ve milliyetçileri denmedik hakaret bırakmayanların da onlar olduğunu hatırlayan milyonlar var halen! “Açılım/Çözüm” denilen o meşum süreçte doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki asker, polis ve koruculara operasyon izni dahi verilmiyordu. Hatırlayınız, dönemin başbakanı “Evet biz valilere bu süreçte operasyon yapılmasın dedik” anlamında bir açıklama da yapmıştı. Elbette, bu ortam terör örgütünü ve yandaşlarını iyice şımartmıştı. İşte tam da bu dönemde, HDP’li belediyeler desteği ile o meşhur tüneller, hendekler hazırlandı. İşte o dönemde, ilçe ve mahalle yerel güvenlik güçleri PKK tarafından kuruldu ve gözlerimizin önünde eğitim yapıp, araç ve kimlik kontrolü yaptılar. Bunları gazete ve ekranlardan hep beraber seyrettik. İşte gözlerimizin önünden kazılan o hendeklerde, yüzlerce aslan evladımızı şehit ettiler, hani o Suruç ve Hendek Savaşları dediğimiz operasyonlarda o serbestlik döneminde hainlerin hem de belediye imkânlarını dahi kullanarak kurduğu tuzakların cezasını çektik. Bunları unutulur mu? Unutursak kanımız kurumaz mı?

 

Ancak geçen zaman o çözülüş sürecindeki dönemdeki tüm suçun elbette tamamen bir kısım Ak Parti’li siyasilerde olmadığını da gösterdi. Devletin tüm kılcal damarlarına, yargıya, orduya, emniyete v.s. sızan, iktidarı ve milleti resmen ‘kandıran’ ve adeta parmağında oynatan hain FETÖ terör örgütünün tüm bu süreç ve ihanet senaryolarındaki aktif ve başat rolü zamanla aşikâr olmaya başlandı. Cani Öcalan’ın “İmralı Notları” adlı kitabının bir bölümünde şöyle bir kayıt olduğu yazılıyor. Sırrı Süreyya Önder ve Selahattin Demirtaş terörist başı Apo’ya “Cemaat bizimle görüşmek istiyor, bizi Amerika’ya davet ediyor vs” dediklerinde terörist bacı şöyle cevap vermiş; “Beni en iyi Fethullah hoca anlar. Onlar bizim Ortadoğu’daki stratejik ortağımızdır, tabi ki gidin görüşün”(!!!)

 

İşte son yıllarda ‘o zamanlar kandırıldık’ diyerek acı bir itirafta bulunan iktidar Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin de elbette yadsınamayacak tesir ve desteği ile artık teröre göz açtırmıyor. Doğru olan budur, tereddütsüz yapılmaya devam edilmesi gereken de budur. Ancak şehitlerimiz şahsi siyasi menfaat hesapları için göz göre kullanılmadan, yani terörün ve mücadelenin iç siyaset malzemesi haline getirilmeden, gerçekler milletimizden gizlenilmeden yapılmalıdır. İktidar behemehal GARA’da yaşanılanlarla ilgili milletimizde oluşan/oluşturulan tereddütleri bir an önce delilleri ile gidermelidir. Gördüğünüz gibi yazılacak o kadar çok konu ve başlık var ki! Bu köşe yazınısın devamında hain 15 Temmuz darbe girişimi sürecine yaklaşırken FETÖ-PKK ilişkisini de, hükümeti nasıl bir süre kontrollerine aldıklarını da, o dönemde MHP’nin tüm oyunları bozmak için nasıl bir mücadele içerisine girdiğini de yeri geldiğinde inceleyeceğiz. Bir sonraki yazı dizinsinden itibaren bilhassa 2012-2016 arasındaki dönemi yıl yıl, ay ay hatırlamaya ve değerlendirmeye devam edeceğiz.

 

"PKK olağanüstü kongre toplayıp silah bırakacakmış, barış gelecekmiş. Sevr Antlaşması'na da barış diyorlardı. 10 madde Türkiye'nin çöküş beyannamesidir.”

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 2015 yılında sözde çözüm için terörist başı Abdullah Öcalan'ın önerdiği 10 maddenin Dolmabahçe Sarayı'nda okunmasına gösterdiği tepki 

 

 

                                                                                         Av. Bülent DEMİRBAŞ                  

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.