Murat Toprak Yazdı : Makam
Murat Toprak Yazdı : Makam
Hürriyet Şairi Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi şiirinde makamı, mekânı ve zamanı şöyle dile getiriyor:
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazlûma el çekmez i'ânetten
(Kendini insan bilenler, halka hizmetten usanmaz; mert olanlar, ezilenlere yardımdan el çekmez.)
İnsanlık tarihi boyunca güç, itibar ve mevki sahibi olmak pek çok kişinin arzusu olmuştur. Ancak bu arzunun hangi niyetle beslendiği, insanın karakterini ve topluma olan faydasını belirleyen en önemli unsurdur. " Makam sevdası" ile " makam hırsı" arasındaki fark da işte tam bu noktada başlar.
Makam sevdası, bir görevi layıkıyla yerine getirme arzusudur. Bu sevda, hizmet etme aşkıyla yoğrulmuştur. Makamın getirilerinden çok, o makamdaki sorumluluklar önemlidir. Makam sevdalısı insan; bulunduğu yerin hakkını verir, bulunduğu konumu bir fırsat değil, bir emanet olarak görür. Topluma, millete ve insanlığa fayda sağlama amacı güder.
Oysa makam hırsı bambaşka bir yoldan yürür. Makam hırsıyla hareket eden biri çoğu zaman ne yapacağına değil, nerede olacağına odaklanır. Görev aşkı değil, gösteriş arzusu vardır kalbinde. Elde ettiği her yetkiyi kendi çıkarı için kullanmak ister; kibirle, üstünlük taslayarak davranır. Makamı bir araç değil, bir amaç hâline getirir. Bu da hem kişisel çöküşe hem de toplumsal zarara yol açar.
Bir toplumun gelişmişlik seviyesi, yöneticilerinin makamı nasıl gördüğüyle yakından ilişkilidir. Görevini hizmet aşkıyla yapanlarla dolu bir toplum yükselir; ama koltuk sevdasına kapılmışlarla dolu olanlar zamanla yozlaşır, adalet duygusunu yitirir ve halkın güvenini kaybeder.
Ma’lûm iken encâm-ı cihân ömr-i azizi
Tazyî-i heveskârî-i câh etmeğe değmez
(Sonunda yokluk olan bir dünya için şu kıymetli ömrü, mevki- makam hırsı ile ziyan etmeye değmez.)
Tarihin derin dehlizlerine girdiğimizde, makam hırsıyla hem kendini hem de halkını ateşe atan o kadar çok kıssa yazabiliriz ki… Hiçbirisi hayırla anılmayan, zalimlikleriyle nam salmış ibret abideleri olarak kalmışlardır. İsimlerini zikretmenin lüzumu yoktur. Hırsızın, uğursuzun, hainin olduğu dönemler; liyakatsiz zatların işgal ettiği, hükümleri işaret bekleyerek verenlerin çoğaldığı zamanlara rastlar. Zalimin, zorbanın hüküm verdiği yerde adalet olmaz.
Eli titreyenden doktor, sesi kısılandan hâkim, hedefi şaşandan asker, kalemini satandan yazar olmaz. Çünkü adalet, doğruluk anlamına gelir. Toplum katmanlarının sahip olması gereken ortak özellik fazilet ve adalettir.
Kadının Adaleti
Vaktiyle adaletle hükmeden bir sultan varmış. Halk onu dürüstlüğü ve merhametiyle tanırmış. Günlerden bir gün, sarayın bahçesinde görevli bir bahçıvan, sultanın en sevdiği gülü koparıp pazarda satarken yakalanmış. Kanun açıktır: Saraya ait malı izinsiz alan ceza görür.
Vezirler, durumu sultana haber vermiş:
— Efendimiz, bahçıvan saray mülkünü çalmış. Emredin, cezasını verelim.
Sultan başını eğmiş, bir an susmuş. Sonra demiş ki:
— O bahçıvan benim çocukluk arkadaşımdır. Bu makam bana şahsi menfaat için verilmedi. Eğer bir başkası bu suçu işleseydi nasıl ceza alacaksa, o da aynı cezayı almalı.
Vezir şaşırmış:
— Ama efendimiz, istersek affedebiliriz. Sonuçta yetki sizde.
Sultan gülümseyerek demiş ki:
— Yetkiyi affetmek için değil, adaletle hükmetmek için taşıyorum. Eğer makamı kendi dostlarım için kullanırsam, düşmanlarım için de kullanmak zorunda kalırım. Bu da adaletsizlik olur.
Ve cezayı aynen uygulatmış. Halk bunu duyunca sultana olan güveni daha da artmış. Çünkü herkes bilirmiş ki bu ülkede adalet, dostluk veya düşmanlıkla değil, hakla ölçülürmüş.
Bu kıssa bizlere, devlet mülküne talip olanların şahsi menfaatlerini asla düşünmeden hareket etmeleri gerektiğini; kanunun üstünde hiç kimsenin bulunmadığını anlatır.
Adaletin ve Faziletin Temeli
Türk gelenek ve görenekleri bizlerin yaşayış biçimlerinin yasalarıdır. Atadan kalan emanet; toprağın altından bizlere seslenen cesaret, uğrunda alacağımız hikmet dersleriyle esarete asla boyun eğmeyen bir millet mefkûresinin mayasıdır. Bu maya memleketin hüküm sahiplerinde var olduğu sürece; adalet, fazilet ve cesaret, memleketin aşılmaz dağı, geçilmez ırmağı, yıkılmaz kalesi olur.
Çağ açıp çağ kapatan, zulmü sindiren, zalimi tahtından indiren; kadının karşısında kolunu kaybetme tehlikesinde dahi “mülkünde adalet öldü” denilmesin diye son sözü söylemeyen… “Zafer Kazanan, Fetheden” anlamlarına gelen Fâtih, “Fethin Babası” anlamına gelen Ebû’l-Feth (ابو الفتح), “Roma İmparatoru” anlamına gelen Kayser-i Rûm unvanlarının sahibi Fatih Sultan Mehmet şöyle diyor:
“Aklı öldürürsen ahlak da ölür.
Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür.
Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.”
Bu sözleriyle adaletin önemini ve sistemdeki yerini çok güzel ifade etmiştir.
Zenginin parası sayesinde kayırılmadığı, akrabalıkla makamın işgal edilmediği, hak isteyenin hakkının verildiği, başkaldıranın adalet önünde cezasının kesildiği; satılıkların, fesatçıların, hainlerin, zalimlerin, umut tacirlerinin, kaleminin kırıldığı bir düzen istiyorum.
Bu düzeni sağlamak için Ahiliğin maddeleri bizlere yol gösterir:
-
Makam ve mevki sahibi iken mütevazı olmak,
-
Güçlü ve kuvvetli olunca affetmek,
-
İkramda ve iyilikte bulununca başa kalkmamak.
İyi İnsan Olmak
Bu dünyada hatırla anılıp iyilikle hatırlanmak en büyük servettir. Elbette her insan makam, mevki, güç, para ve dünya nimetlerinin bin bir çeşidine sahip olma arzusu ile yaşar. Kimse “ben zor şartlarda yaşayıp fakirlik içinde bir ömür sürmek istiyorum” demez. Ama hayat herkese adil bir yaşam vadetmez.
Çünkü bu âlem, makamsız bir zamanın eseri değil; derece derece insan vasıflarıyla dolu bir dünyadır. İşte insanoğlunun sahip olması gereken en önemli makam ise İnsan-ı Kâmil makamıdır.
Çalışmak, çabalamak, işini layıkıyla yapıp gönül huzuru ile hayata dört elle sarılmak, adımlarını sağlam ve istikrarlı atmak; doğru işlerin güvenilir insanı olmak, sözleri doğru, işleri iyi, ahlâkı güzel, marifet sahibi, yani eşyayı ve ondaki hikmetleri gereği gibi bilen insan, özü ve sözü itibarıyla kâmil olandır.
“İnsan-ı Kâmil” sıfatı; gerçekten yetkin, erişkin, eksiksiz, ağırbaşlı, mükemmel gibi anlamlara sahipken, argoda genelde aptal, saf veya saftirik insanlara karşı kullanılır.
İyi ve kötü arasındaki bir savaşın içindeyiz. Doğru toplum için doğru insanı bulmak gerekir. Doğru insan topluluğu, muasır toplumu oluşturur.
Doğru insan kimdir?
-
Kendisine güvenilerek verilen emanetleri zayi etmeyen,
-
Bilgisini ve mevkiini başkalarına karşı kullanmayan,
-
Bildiğiyle övünmeyen, görgüsüyle örnek olan,
-
Hürmetiyle hayran olunan, sözünü tutan,
-
Aşına haram karıştırmayan,
-
Yaşadığı toprağa aidiyet hisseden, bu uğurda fedakârlıktan kaçınmayan insandır.
Hakka ve halka hizmet eden, faziletle layık olduğu huzuru yaşar. Hizmeti kendine olanın da elbet hezimeti vardır; “layığını buldu” denilerek son bulur.
İster sarayda, ister bir han odasında, nerede olursan ol: Doğruluk üzere yaşa, doğruluk üzere öl.
Murat Toprak
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.