Parlementer Sistem Kurtuluş Savaşı Yaptı Türkiye Cumhuriyeti'ni Kurdu

GÜNDEM 05.10.2021 - 21:22, Güncelleme: 05.05.2023 - 17:12
 

Parlementer Sistem Kurtuluş Savaşı Yaptı Türkiye Cumhuriyeti'ni Kurdu

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanvekili ve eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Anayasa'nın ilk 4 maddesini hedefe koydu. "Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz” demekle kalmadı "Dindar bir anayasa yapalım" diyecek kadar ileri gitti.  “Gelir dağılımı” uçurumunun korkunç düzeyde derinleştiği, “türedi zenginleşme” ile “mutlak fakirleşme”nin ters yönde dip yaptığı, ekonomik çöküntü içine itilen geniş halk yığınlarında “iktidar Partisi”nden hızla uzaklaşmanın yaşandığı manzarada, “dinsel söylemler” ve hatta “din devleti” çığlıkları üzerinden bir “yön saptırmaları” ile anlaşılan daha çok karşılaşacağız.   “1921 ve 1924 Anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına geri dönsün. Anayasada İslam olsun”( 24 Temmuz 2021 günü  Ayasofya’nın baş imamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın’ın Tivitır’dan paylaşımı) diyenden,” “Anayasamız Kuran olsun” yollu seslere, birçoğu eski Fetö bağlantılı kesimin “Yeniden Kuruluş Anayasası” yapacağız  demelerine ve hatta , “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı, ne medrese lağvedilirdi.”(Kadir Mısıroğlu) deyip te bazı kamu görevi yapanlardan aşkla rağbet görenlere kadar “kurucu devlet yapımız” la ilgili kaygı ile izlenen sıkıntılı süreçlerden geçiyoruz.  Gerek kurtuluş savaşımızda, gerekse yeni devletimizin kuruluşunda eşi görülmemiş bir şekilde olağanüstü bir tarihsel rol üstlenen “Yüce Meclis” in şimdi etkisizleştirilmiş olması, ortak akıl ve millet egemenliği ile bağdaşmaz bir hal almıştır. Mevcut durum; yeni rejimin, görünür meşruiyetini kurtarmak adına Meclis’in yasama fonksiyonlarını yürüttüğü gibi bir görüntü verilirken,   Meclis'in “yürütmeyi dengeleme”, “denetleme” ve hatta “millet adına bütçe yönetim hakkı” önemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Böyle olunca kurucu yapımızda, Cumhuriyetimizde yüce mecliste ifadesini bulan “millet egemenliği”, meclisin işlevlerinin daraltılmasıyla, “otokratik” bir yönetim anlayışına ve pratiğine doğru everilmiştir. “Millet Egemenliği”, TBMM’sinde ifadesini bulur "Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz” diyen anlayışın dayattığı İşte bu anlamda Buğun  “sistem” değil “rejim” değişikliğine evirilen bir yolun “ön temizliği”dir. TBMM’si; Dünyada eşine az rastlanır bir şekilde Hem "Kurtuluş Savaşı" mızı yönetmiş hem de "Türkiye Cumhuriyeti"ni kurmuş, "milli irade" ve "millet egemenliği"nin cisimleştiği Türkiye’nin parlamentosudur.  Buğun yine; TBMM’si; bu zorlu süreçlerden bir çıkış olarak ülkemiz için "parlamenter demokratik rejim" adına milletimizin tek umut ışığıdır.  MECLİSİN AÇILIŞI; CUMHURİYETE TEMEL OLAN “ULUSAL EGEMENLİĞE” VE “HALK İRADESİNE” SAHNE 0LDU Dönemin mevcut Osmanlı Sarayı. Hilafeti, Saltanatı, Ankara’da savaşı yürüten "yeni Meclis", kurulan "yeni Ankara TBMM Hükümeti". "Saltanatın Hilafetten ayrılması", "Saltanatın ve giderek Halifeliğin kaldırılması", "Cumhuriyetin İlanı", "Cumhuriyet Devrimleri", "1921,1924,1928 Anayasaları" süreçlerini sonuçta "yeni bir Türk Devleti'nin "Türkiye Cumhuriyeti"nin "Kuruluş"unu  hatırlamak şimdilerde o kadar önemli oldu ki.... 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile yeni bir Türk devleti kurulmuş, TBMM ‘inde cisimleşen “Millet egemenliğine” dayalı ve demokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle, bu devletin isminin “Cumhuriyet” olması da zorunlu hale gelmişti.  “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesiyle açılan yeni “Meclis”; bir yanda kurtuluş savasının millet adına karargâhı olurken, diğer yandan da bir anlamda “saltanat”ın aksine, ”ulusal hâkimiyet” diyerek “saltanat İnisiyatifi’ni de, devre dışı bırakıyordu. Artık “Milli Mücadele’yi, aynı anda “saltanat rejimi”nden büyük bir kopuşu da temsil eden Büyük Millet Meclisi yönetecekti. …Ve bu Meclis; İstanbul’un sarayından bakıp yorumladıkları gibi kısa zamanda sönüp kaybolacak bir  “sıradan bir meclis açılışı” hiç olmayacaktı. TBMM’Sİ; HALKI VE ULUSU, “SALTANATIN” BOYUNDURUĞUNDAN DA KURTARDI Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan kurtuluş savaşımız, sadece işgalcileri kovmakla kalmamış, Ulusu, “padişahlık” ta ifadesini bulan “saltanatın” boyunduruğundan da kurtarmış, giderek “cumhuriyet rejimi”nde ifadesi bulan “millet egemenliği” ve “halk iradesi “inin tecellisini de gerçekleştirmiştir. Osmanlı dönemi boyunca 1876 yılına kadar padişahlığın halk üzerindeki mutlak egemenliğinin sürdüğü “monarşi rejimi” içinde, bu tarihten sonra aydınlar arasında ilk defa ve “tanzminat ”la her ne kadar “cumhuriyet” telaffuz edilir olduysa da 1876-1878 ve de 1908-1918 dönemlerini kapsayan süreçler, “meşruti monarşi” den ileriye geçemez. Milli egemenliğin ifadesi olarak ortaya çıkan meclis; İstanbul’un işgal edilip “Mebusan Meclisi ”‘nin dağıtılmasıyla “Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de 390 kişiyle olağanüstü yetkilerle Ankara'da toplandığında, bu Meclisin başkanı, cumhuriyet yönetiminin ilanına kadar, aynı zamanda “hükûmet ve devlet başkanı” gibi hüviyet taşıyacaktı. İşin aslı Daha Cumhuriyet ilan edilmeden çok öncesinde, Erzurum Kongresi'nin hemen ardından 23 Temmuz 1919’da yayınlanan bildiri de  “Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır” denilmesi işlerin artık padişahlığa, saltanata rağmen “ulusal egemenliğe” ve “halk iradesine” evirildiğinin somut örneğidir. Nitekim Ankara’da kurulan meclis, “Milli egemenliğin” ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi ’gerekse “Cumhuriyet’  denilince, bizde ilk akla gelen; tarihsel süreç içinde “Saltanat”ın, tarihin dehlizlerine atılmış olması akla gelir..  “Ulusal egemenlik” ya da “millet egemenliği” gibi kavramların bu anlamda asıl vurguladığı anlam, egemenliğin; “Kral, Sultan, Padişah” vs gibi “tekçi egemenler”den alınıp “ulus”a ya da millete geçmesidir. Cumhuriyetin ana teması; “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cisimleşen, “Milli Egemenlik” kavramıdır. “TÜRKİYE DEVLETİ’Nİ KURAN TÜRKİYE HALKINDA TÂCİDAR YOKTUR!” Mustafa Kemal Paşa Almanca olarak 2 Ekim 1923’te Viyana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine yaptığı açıklama da; “Anayasanın kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu, ikincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği” şeklinde vurgular yaparken, “Yeni Türkiye Devleti’nin ruhu bünyanı hâkimiyet-i milliyedir. Milletin bilakayd-ü şart hâkimiyetidir... Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tâcidar yoktur! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyet-i milliyedir...”der. Meclisin Açıldığı 23 Nisan 1920’den 3 yıl kadar sonra Cumhuriyet, 29 Ekim 1923'te ilan edildiğinde “Cumhuriyet ”in nitelikleri ve karakteri” henüz açık ve net olarak ortaya çıkmamıştı. Bu “Cumhuriyet” bir “İslam Cumhuriyeti” de olabilirdi. Adı Cumhuriyet olup da niteliği gerici olan bir model de olabilirdi. Aynı bugünkü Bangladeş İslam Cumhuriyeti ya da İran İslam Cumhuriyeti gibi... Nitekim 3 Mart'ta kabul edilen 3 önemli devrim yasası, Türkiye Cumhuriyeti'nin karakter, nitelik ve yapısını ortaya koymuştur. Eğer 3 Mart 1924'te gerçek devrim niteliğindeki yasalar kabul edilmeseydi, 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet sadece biçimden öteye gidemezdi. Evet, ·         “Halife”liği kaldıran yasa, ·         “Şeriye ve Evkaf Bakanlığı”nı kaldıran yasa, ·         Eğitim ve öğretimi birleştiren "Tevhid-i Tedrisat" yasası. Bu anlamda, 3 Mart 1924 Türk toplumunun “din devleti” düzeninden “Laik Cumhuriyet” düzenine geçişinin tarihidir. Atatürk, 1 Mart 1924'te Meclis'i açış konuşmasında bu durumu şöyle açıklar: “İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde, bir politika aracı konumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Kutsal ve dini inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve ihtiraslara giriş sahnesi olan politikalar ve politikanın bütün kısımlarından bir an önce kesin biçimde kurtarmak, milletin dünyevi (dünya ile ilgili) ve uhrevi (ahiret ile ilgili) mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir." (TBMM Tutanak, Devre II, Cilt VII, S. 3-6) ADNAN YILMAZ    

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanvekili ve eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Anayasa'nın ilk 4 maddesini hedefe koydu. "Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz” demekle kalmadı "Dindar bir anayasa yapalım" diyecek kadar ileri gitti.

 “Gelir dağılımı” uçurumunun korkunç düzeyde derinleştiği, “türedi zenginleşme” ile “mutlak fakirleşme”nin ters yönde dip yaptığı, ekonomik çöküntü içine itilen geniş halk yığınlarında “iktidar Partisi”nden hızla uzaklaşmanın yaşandığı manzarada, “dinsel söylemler” ve hatta “din devleti” çığlıkları üzerinden bir “yön saptırmaları” ile anlaşılan daha çok karşılaşacağız.

  “1921 ve 1924 Anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına geri dönsün. Anayasada İslam olsun”( 24 Temmuz 2021 günü  Ayasofya’nın baş imamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın’ın Tivitır’dan paylaşımı) diyenden,” “Anayasamız Kuran olsun” yollu seslere, birçoğu eski Fetö bağlantılı kesimin “Yeniden Kuruluş Anayasası” yapacağız  demelerine ve hatta , “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı, ne medrese lağvedilirdi.”(Kadir Mısıroğlu) deyip te bazı kamu görevi yapanlardan aşkla rağbet görenlere kadar “kurucu devlet yapımız” la ilgili kaygı ile izlenen sıkıntılı süreçlerden geçiyoruz.

 Gerek kurtuluş savaşımızda, gerekse yeni devletimizin kuruluşunda eşi görülmemiş bir şekilde olağanüstü bir tarihsel rol üstlenen “Yüce Meclis” in şimdi etkisizleştirilmiş olması, ortak akıl ve millet egemenliği ile bağdaşmaz bir hal almıştır.

Mevcut durum; yeni rejimin, görünür meşruiyetini kurtarmak adına Meclis’in yasama fonksiyonlarını yürüttüğü gibi bir görüntü verilirken,   Meclis'in “yürütmeyi dengeleme”, “denetleme” ve hatta “millet adına bütçe yönetim hakkı” önemli ölçüde sınırlandırılmıştır.

Böyle olunca kurucu yapımızda, Cumhuriyetimizde yüce mecliste ifadesini bulan “millet egemenliği”, meclisin işlevlerinin daraltılmasıyla, “otokratik” bir yönetim anlayışına ve pratiğine doğru everilmiştir.

“Millet Egemenliği”, TBMM’sinde ifadesini bulur

"Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz” diyen anlayışın dayattığı İşte bu anlamda Buğun  “sistem” değil “rejim” değişikliğine evirilen bir yolun “ön temizliği”dir.

TBMM’si; Dünyada eşine az rastlanır bir şekilde Hem "Kurtuluş Savaşı" mızı yönetmiş hem de "Türkiye Cumhuriyeti"ni kurmuş, "milli irade" ve "millet egemenliği"nin cisimleştiği Türkiye’nin parlamentosudur.

 Buğun yine; TBMM’si; bu zorlu süreçlerden bir çıkış olarak ülkemiz için "parlamenter demokratik rejim" adına milletimizin tek umut ışığıdır.

 MECLİSİN AÇILIŞI; CUMHURİYETE TEMEL OLAN “ULUSAL EGEMENLİĞE” VE “HALK İRADESİNE” SAHNE 0LDU

Dönemin mevcut Osmanlı Sarayı. Hilafeti, Saltanatı, Ankara’da savaşı yürüten "yeni Meclis", kurulan "yeni Ankara TBMM Hükümeti". "Saltanatın Hilafetten ayrılması", "Saltanatın ve giderek Halifeliğin kaldırılması", "Cumhuriyetin İlanı", "Cumhuriyet Devrimleri", "1921,1924,1928 Anayasaları" süreçlerini sonuçta "yeni bir Türk Devleti'nin "Türkiye Cumhuriyeti"nin "Kuruluş"unu  hatırlamak şimdilerde o kadar önemli oldu ki....

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile yeni bir Türk devleti kurulmuş, TBMM ‘inde cisimleşen “Millet egemenliğine” dayalı ve demokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle, bu devletin isminin “Cumhuriyet” olması da zorunlu hale gelmişti.

 “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesiyle açılan yeni “Meclis”; bir yanda kurtuluş savasının millet adına karargâhı olurken, diğer yandan da bir anlamda “saltanat”ın aksine, ”ulusal hâkimiyet” diyerek “saltanat İnisiyatifi’ni de, devre dışı bırakıyordu.

Artık “Milli Mücadele’yi, aynı anda “saltanat rejimi”nden büyük bir kopuşu da temsil eden Büyük Millet Meclisi yönetecekti.

…Ve bu Meclis; İstanbul’un sarayından bakıp yorumladıkları gibi kısa zamanda sönüp kaybolacak bir  “sıradan bir meclis açılışı” hiç olmayacaktı.

TBMM’Sİ; HALKI VE ULUSU, “SALTANATIN” BOYUNDURUĞUNDAN DA KURTARDI

Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan kurtuluş savaşımız, sadece işgalcileri kovmakla kalmamış, Ulusu, “padişahlık” ta ifadesini bulan “saltanatın” boyunduruğundan da kurtarmış, giderek “cumhuriyet rejimi”nde ifadesi bulan “millet egemenliği” ve “halk iradesi “inin tecellisini de gerçekleştirmiştir.

Osmanlı dönemi boyunca 1876 yılına kadar padişahlığın halk üzerindeki mutlak egemenliğinin sürdüğü “monarşi rejimi” içinde, bu tarihten sonra aydınlar arasında ilk defa ve “tanzminat ”la her ne kadar “cumhuriyet” telaffuz edilir olduysa da 1876-1878 ve de 1908-1918 dönemlerini kapsayan süreçler, “meşruti monarşi” den ileriye geçemez.

Milli egemenliğin ifadesi olarak ortaya çıkan meclis; İstanbul’un işgal edilip “Mebusan Meclisi ”‘nin dağıtılmasıyla “Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de 390 kişiyle olağanüstü yetkilerle Ankara'da toplandığında, bu Meclisin başkanı, cumhuriyet yönetiminin ilanına kadar, aynı zamanda “hükûmet ve devlet başkanı” gibi hüviyet taşıyacaktı.

İşin aslı Daha Cumhuriyet ilan edilmeden çok öncesinde, Erzurum Kongresi'nin hemen ardından 23 Temmuz 1919’da yayınlanan bildiri de  “Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır” denilmesi işlerin artık padişahlığa, saltanata rağmen “ulusal egemenliğe” ve “halk iradesine” evirildiğinin somut örneğidir. Nitekim Ankara’da kurulan meclis, “Milli egemenliğin” ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.

Gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi ’gerekse “Cumhuriyet’  denilince, bizde ilk akla gelen; tarihsel süreç içinde “Saltanat”ın, tarihin dehlizlerine atılmış olması akla gelir..

 “Ulusal egemenlik” ya da “millet egemenliği” gibi kavramların bu anlamda asıl vurguladığı anlam, egemenliğin; “Kral, Sultan, Padişah” vs gibi “tekçi egemenler”den alınıp “ulus”a ya da millete geçmesidir.

Cumhuriyetin ana teması; “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cisimleşen, “Milli Egemenlik” kavramıdır.

“TÜRKİYE DEVLETİ’Nİ KURAN TÜRKİYE HALKINDA TÂCİDAR YOKTUR!”

Mustafa Kemal Paşa Almanca olarak 2 Ekim 1923’te Viyana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine yaptığı açıklama da;

“Anayasanın kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu, ikincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği” şeklinde vurgular yaparken,

“Yeni Türkiye Devleti’nin ruhu bünyanı hâkimiyet-i milliyedir. Milletin bilakayd-ü şart hâkimiyetidir... Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tâcidar yoktur! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyet-i milliyedir...”der.

Meclisin Açıldığı 23 Nisan 1920’den 3 yıl kadar sonra Cumhuriyet, 29 Ekim 1923'te ilan edildiğinde “Cumhuriyet ”in nitelikleri ve karakteri” henüz açık ve net olarak ortaya çıkmamıştı.

Bu “Cumhuriyet” bir “İslam Cumhuriyeti” de olabilirdi.

Adı Cumhuriyet olup da niteliği gerici olan bir model de olabilirdi. Aynı bugünkü Bangladeş İslam Cumhuriyeti ya da İran İslam Cumhuriyeti gibi...

Nitekim 3 Mart'ta kabul edilen 3 önemli devrim yasası, Türkiye Cumhuriyeti'nin karakter, nitelik ve yapısını ortaya koymuştur.

Eğer 3 Mart 1924'te gerçek devrim niteliğindeki yasalar kabul edilmeseydi, 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet sadece biçimden öteye gidemezdi.

Evet,

·         “Halife”liği kaldıran yasa,

·         “Şeriye ve Evkaf Bakanlığı”nı kaldıran yasa,

·         Eğitim ve öğretimi birleştiren "Tevhid-i Tedrisat" yasası.

Bu anlamda, 3 Mart 1924 Türk toplumunun “din devleti” düzeninden “Laik Cumhuriyet” düzenine geçişinin tarihidir.

Atatürk, 1 Mart 1924'te Meclis'i açış konuşmasında bu durumu şöyle açıklar:

“İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde, bir politika aracı konumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Kutsal ve dini inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü çıkar ve ihtiraslara giriş sahnesi olan politikalar ve politikanın bütün kısımlarından bir an önce kesin biçimde kurtarmak, milletin dünyevi (dünya ile ilgili) ve uhrevi (ahiret ile ilgili) mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir." (TBMM Tutanak, Devre II, Cilt VII, S. 3-6)

ADNAN YILMAZ

 

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kirsehirhaberturk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.